Zemheri’nin ortasında Belemüt’e yüzdüğüm
En mübarek ordunun kazandığı
En muzaffer kadem gibi
Yerden alıp öpüp alnıma götürdüğüm ekmek tikesi
Çocukluğumda taşlarını canlı sayıp küstüğüm
Gençliğimde ellerini dudak yapıp öptüğüm
Alım pulum soyum sopum nüfus kütüğüm
Yokluğunda kuş kanatlarından
Karınca ayaklarından
Yürek ataklarından kötürüm
Takalı mavnalı gemiler usulca dizilirken ufka
İrili ufaklı hamsi çıpırtıları arasında
Üstlerine üşüşürken martılar çığlık çığlığa
Hala fazla uzaklaşamayacak kadar küçüğüm
Ellerin teveklerinde incili salkım
Kokulu mayhoş birer demet kara üzüm
Hiç gitmeye değer mi
Biri adam biri kadam iki gözüm
Gelin olsan telli duvaklı
Damat olsam mendilli saçaklı
En usta -ayan- çömlekçinin hünerinden dökülmüş
En yaman kazancının tezgahında dövülmüş
Sapı seramik kendisi buz gibi çelik
Alsa senden benden seni beni
Havada ışıldayınca bir ıslık sesi
Ve orda çıksa sevdanın son nefesi
Zaten Mican’dan Eşref’e bütün efsanelerin
Hep namertçe bitirilmedi mi
Yılan gözü gibi dikine çizgili
Dili çatal bakışlı çakallar tarafından
Ne kanırttığında kanayacağım
Ne ıslattığında ağlayacağım
Kırsan da kolumu kanadımı
Yıksan da evimi barakamı
Alıp bir tarafa Aretias’ımı
Öbür yanıma gedikli kardaşını
Karşında kale gibi ayakta duracağım